23 Kasım 2008 Pazar

Hiç o kadar korkmamıştım

Geçen sene başıma gelen bir şeyi yazacağım bugün. Nedense dün aklıma geliverdi birden bire. Madem kendime günlük olsun diye de yazıyorum bu blogu, bunu da yazayım ki ileride geri dönüp okuduğumda "aaa böyle bir şey olmuştu evet" diyebileyim.

Geçen sene Eylül ayında (o zamanlar) Kıbrıs'ta yaşayan ağabeyim iş gereği Ankara'ya geleceğini söyledi. Uçuş numarası, geliş saati öğrenildi. Havaş'ın servisi bizim fakülteye yakındır, orada karşılayacaktım onu. Okulda nedense kimseler yoktu, izin döneminin sonuydu galiba, bir tek hocam vardı. Ona da durumu anlatıp ağabeyimi (ay dayanamayacağım ağabey yazmaya) ağbimi karşılamaya gideceğimi söyledim. Sonra dedim ki kendi kendime, "uzun zamandır gelememişti Türkiye'ye, haydi git süpriz yap, havaalanında karşıla onu. Kapıdan çıkıp da seni görünce şaşırsın." Yetişmek için apar topar çıktım okuldan, son hızla gittim. Yürüdüm mü taksiye mi bindim hatırlamıyorum ama herhalde yürümüşümdür (hafıza zayıflamaya başlamış bile, yazdığım iyi olmuş). Baktım kalkmak üzere olan bir otobüs, hemen bineyim dedim. Bir sonraki 15 dakika-yarım saat arasında bir süre sonra kalkacaktı (bu da gitmiş hafızadan). Amma velakin otobüste yer yokmuş. Ben de binmezsem geç kalacağım (uçağın zamanında geleceğini varsayarsak). Yüzümdeki acılı ifadeyi gören şoför hostes koltuğunda oturmayı kabul edersem beni alabileceklerini söyledi ben de hiç ikiletmeden hemen kuruldum koltuğa. Oh ne rahat, en önde etrafa baka baka gidiyorum. Telefonları hemen kapadım tabii. Elektronik aksama zarar vermesin diye hemen kapatırım. Ama mutlaka içeride kapatmayan 1-2 sığırcık olur. Gıcık olur o gün işleri rast gitmesin diye beddua ederim (Beddua etmeyi hiç sevmem, edilmesini de istemem, en kötü bedduam budur. Şu andan itibaren 24 saat süreyle işin rast gitmesin derim, ne de olsa benim canımı tehlikeye atıyor, bu kadar ağır bir bedduayı hak etti. Ama hayati önem taşıyan birşey de olmasın). Neyse, dağıtmayayım konuyu. Gayet güzel gidiyoruz. Ben yaklaşık 2 yıl sonra ağbimi görecek olmanın sevinciyle içim kıpır kıpır sürekli saatime ve etrafa bakınıyorum. Önde bir de ekran da hatta, otobüsün orasını burasının kamera görüntülerini şoföre gösteriyor. Pursaklar'a gelmeden biraz önceydi sanırım, şoför telefonunu açtı bir yeri aradı. Dedi ki "Bagajdan bir uyarı geliyor. Denedim ama durmuyor, tekrar uyarı veriyor. Cep telefonu olabilir belki". Hakikaten de bir şeylere basıyor, orayı burayı kurcalıyor, kamera görüntülerine bakıyor ama bagajın içini gösteren yok tabii. Aklımdan o anda geçenler aynen şunlar: (Etrafta oraya buraya bomba koyma paranoyası da var, hayalgücüm sınır tanımadı haliyle). Şoför herhalde girişteki güvenliği aradı. Bagajda bir şey varmış, Cep telefonu olabilirmiş ama öyle olsa güvenliği arar mıydı? Acaba karşıdakiler ne dedi. Gerçi adam rahat da görünüyor ama ya bomba varsa. Cep telefonunun bagajda ne işi olur ki? Olsa da açık mı olur? Başka bir cihaz mı var acaba? Yoksa bomba mı? Uçağa mı bomba koyacaklar yoksa otobüse mi? İntihar bombacısı mı var yoksa otobüste?

Bunların hemen akabinde otobüste bomba olduğuna kendimi ikna ettikten sonra ne zaman patlayacağı konusuna geçtim:

Hemen mi? Yoksa havaalanında mı? Güvenlik acaba girişte bizi durdurup hemen aramaya mı başlayacak? Patlarsa ne olacak? Ne zaman olacak? Demek ölmeye gitmek böyle birşeymiş.

Sonra da geride kalanlar aklıma geldi tabii ki:

Acaba bir sonraki otobüsü mü bekleseydim? Ama ölüm çekiyor derler ya, öyle bir şey oldu demek ki, yoksa hostes koltuğuna neden oturtsunlar beni, kesin ecelim geldi ben de koşarak gittim. Kaderin önüne geçilmez napalım. İyi de kimseye haber veremedim ben. Kocam, annemler nerede olduğumu bilmiyor. Ben burada ölürsem bu otobüste olduğumu öğrenme şansları var mı? Cep telefonlarım kapalı. Şimdi açıp konuşamam da. Kocama son bir kez seni seviyorum demeden mi öleceğim? Ya annemler, mahvolurlar bunu duyunca. Peki ya araba taksitleri ne olacak? Ben ölünce kocam ödeyebilecek mi? Banka arabaya el mi koyar yoksa, daha yapacak işler de vardı, yarım kaldı hepsi.

Çok kötü bir his. Aklıma 11 Eylül'deki uçak yolcularının aileleriyle son kez konuşması geldi. Ne zor bir şey olmuştur kimbilir, hem arayan hem de aranan kişi için. Offf, içim sıkıldı, ben belki de konuşamayacağım bile. Dünya üzerinde nerede olduğumu bilen tek kişi hocam, o da sadece Havaş terminaline gittiğimi sanıyor, burada olduğumdan kimsenin haberi yok.

Pursaklar-havaalanı arası nasıl geçti anlatamam. O yol ne kadar uzun olabiliyormuş meğer (üstelik de alt geçitler vs. ile sürenin kısalmasına rağmen). Bu arada şoför hala normal görünüyor. Vay be diyorum adam ne kadar soğukkanlı, otobüste panik çıkmasın diye kendini zorluyor herhalde.

Neyse, girişe geldik, durduran olmadı. Demek ki içeride boşaltacaklar diyorum. Otobüs önce giden yolcu kapısına yanaşıyor. Çabuk inin diyorum içimden, ben de bir an önce atayım kendimi otobüsten. Ama ben de inemiyorum çünkü şoför gelen yolcu kapısına gideceğimi biliyor, otobüse binerken söylemiştim. Zaten hemen inersem de bombacının ben olduğumdan şüphelenir belki. İçim içimi yerken gelen yolcu kapısına yanaşıyoruz ve ben teşekkür edip atıyorum kendimi aşağıya. O halde bile kibarım.

Sonra ağbimin uçağının rötar yaptığını öğreniyorum. Beklemeye başlıyorum. Kocamı arayıp hemen soluk soluğa olan biteni anlatıyorum. O da bana haklı olarak "salak" diyor. Kendime derim ama başkasından duymayı hazetmem. Ama bu sefer o kadar yakıştı ki bu sıfat bana, sesimi çıkarmadım. Çok kızdı bana neden haber vermedim diye. Ya sana birşey olsaydı diye kızdı durdu. Ben olsam çok daha ağır şeyler söylerdim hatta. Ama o kadar apar topar bindim ki otobüse tamamen ecele gider gibi o kadar olur yani. Biraz da hayalgücümün etkisiyle böyle bir macera yaşadım ama olmayacak şey de değil.

Buradan sonra da bir hikaye var aslında ama yazmayacağım, o da bana kalsın. Sonra ağbim kapıdan çıktı ve herşeyi unuttum.

2 yorum:

serrose dedi ki...

gerilim film tadinda okudum ahh kiz Allah iyiligini versin :)

ferulago dedi ki...

Aptallık işte, kendi kendimi korkuttum ama bundan sonra kimsenin haberi olmadan oraya buraya gitmek yok :)